Aya Tırmanmak / Ursula K. Le Guin


LE GUİN'LE HAVANIN KAPAĞINI AÇMAK


Bilen bilir, biçimle ilgili radikal denemelere pek girişmez Le Guin. (Muhteşem Hep Yuvaya Dönmek kitabı için bir şerh konulmalı elbet buraya.) Onun temel taşı öyküdür. Kendi benliğine yönelerek bulduğu ve tam da bu yüzden evrensel olduğunu söylediği imgelere dayanır daha çok. “Nasıl” anlatmış olduğu hiç gözünüze batmaz, aklınızı çelmez. Biçim, varlığını unutturacak kadar ustalıkla kaybolmuştur öykünün içinde. İmgelerin öykünün içinde sadelikle eriyişini takip edersiniz. Ağzınızda, yanağınızla dişleriniz arasına yerleştirip unuttuğunuz bir şeker gibi. Herhangi bir sebeple, belki konuşmak için, onu yerinden oynattığınızda hiç fark etmeden orada biriktirdiğiniz tat dolduruverir ağzınızı. Tam böyledir Le Guin okumak. Dalmış okurken onun kurduğu dünyanın gerçekleri olağanlaşır ve içinizde bir yere yerleşir siz hiç fark etmeden. Hem de sanki hep oradaymış gibi rahat, yerini yabancılamadan. Sonra, hatta bazen çok sonra, bir sebeple yerinden oynatıverdiğinizde okurken ve unuturken orada birikmiş tat dolduruverir ruhunuzu. Tam olarak yaşlı bir kadın gibi eğitir insanı Le Guin. Hiç hissettirmeden. Sanki olağanüstü hiçbir şey olmamaktadır. Sanki altı ay kadın, altı ay erkek olan ırk, gezegenler arası seyahat yapan anarşistler, yıllarca taştan bir labirenti kavrama eğitimi alan kadınlar, aslında ejderha olan yaralı kızlar, ruhundaki karanlıkla yüzleşmek için ölüm ülkesinin eşiğine kadar giden büyücüler, hepsi dünyanın en olağan şeyleridir. Öyle sessizce ve sakinlikle alt üst ediverir bildiğiniz dünyayı. Olağandışını sıradanlaştıran, dolayısıyla olağan olana kökten yabancılaşmanızı sağlayan öykülerini ateş başında öykü anlatan bir nine gibi sakince kurar. Bu yüzden de Le Guin, yılların okur-yazarlarınca da, bu işlere yeni başlamış olanlarlaca da sevilir. Kurduğu hikayeler bir çok derinlik katmanından okunacak kadar karmaşık ve ama acemi okura yol gösterecek kadar sadedir. Onun marifeti de galiba bu iki katmanı, birbirlerine galebe çaldırmadan, üst üste inşa edebilmektir.

Bu kez biraz riske girmiş Le Guin. Metis Yayınları'nda çıkan AyaTırmanmak kitabında biçim denemelerine girişiyor. Benim gibi Le Guin hayranı olan okurlar için onun bambaşka bir yönünü, dilinin bambaşka bir tonunu keşfetmek için müthiş bir fırsat. Ama Le Guin'e yeni başlıyorsanız, onu tanımak için pek doğru bir başlangıç kitabı değil.
Aya Tırmanmak, 1996'da içindeki öykülerden başka birinin adıyla - Havanın Kapağını Açmak- yayımlanmış kendi dilinde. Metis neden “Aya Tırmanmak” adını uygun gördü bilmiyorum ama “havanın kapağını açmak” bu öykü toplamı için çok daha uygun bir isim. Sanki Le Guin kalemiyle- ya da zihniyle- kağıt arasında bir kapağı açmış ve öykülerdeki her şey savrulup duruyor bu kitapta. Kasabalar hareket ediyor, anlatıcılar değişiyor, oyuncak evler eve, evler oyuncak evlerin bahçesine dönüşüyor, bir dolabın dibine itelenmiş kaşıklar zaman değiştiriyor, kaçak avcılar kendi hikayesini kurmaya çalışırken ormanda bulduğu eski bir hikayenin içine yerleşiyor... Le Guin, anlatıcı olarak, sadece rüzgarın yönüne bakıyor ve bırakıyor hava neyi nereye yerleştirmek istiyorsa yerleştirsin. Okurken biz de onunla birlikte savrulmak durumunda kalıyoruz. Bu anlamda Le Guin'de alışık olduğumuz okuma kolaylığı pek yok öykülerde. Ama bambaşka bir tat var.
Öykülerden birkaçının üzerinde özellikle durmak istiyorum. Le Guin'in günlüğünden sayfalar okuyormuşsunuz hissi veren bir öykü var kitapta. “Zihnimdeki Mahluklar”. Karşılaştığı üç hayvanı anlatıyor burada Le Guin. İlki balkonunda iki gün boyunca can çekişen, öldüremediği bir böcek. Aç olsa tıpkı nineleri gibi hiçbir suçluluk ya da yakınlık duymadan bir tavuğu öldürebilecekken bu böceği neden öldüremediğini anlamaya çalışıyor. “Yazın Seatown'da Pazar Günü” öyküsünde bir pazar sahilini şiire yaklaşan bir imgesel zenginlikle anlatıyor. “Bulunanlar” öyküsü ise etkileyiciliğini yine şiirsel bir düzeyden kuruyor. “Tepenin üzerinden aşacaksın, tarlalardan, ormanlardan, şehirlerden geçeceksin, yolunu bulacaksın, içinde konuşacağın sessizliklerimizi bulacaksın.” Bu öyküde anlatıcı kipleriyle ilgili kendine has sade bilgelikle öyle güzel açıklamalar yapmış ki, bundan sonra sürekli aklıma düşeceğinden eminim. “İhtiyarlar” öyküsünde öldüğünde ağaca dönüşen ölümsüz bir ırktan söz ediyor Le Guin; “Bilge Kadın”da ölülerini bilge kadının kemik kokan evine götüren bir kadından. “Ethergezer” ve “Kaçak Avcı” öyküleriyse alıştığımız Le Guin tadını veren öyküler. Ethergezer'de sürekli yer değiştiren bir kasabayı anlatıyor. Tıpkı kasaba gibi anlatıcı da sürekli değişiyor ve biz içinde yaşayanları birbirlerine değdikleri yerlerden tanıyoruz. “Kaçak Avcı” öyküsündeyse kaçak avcı ne yakalıyor derisiniz? Elbette eski bir hikaye. Onun içine yerleşiyor, onunla birlikte yaşamaya başlıyor.
Havanın Kapağını Açmak öyküsü ise kitaba adını vermeyi hak ediyor. Çünkü kitabı okumak için de rehberlik ediyor okura. Çünkü “Bu bir masal.” diye başlıyor o öykü ve “Bu tarih/ Bu bir taş/ Bu bir kikaye/ Bu bir komite toplantısı/ Bu bir aşk hikayesi” diye devam ediyor. Üstelik “Bu hakikat. Hafif hafif atıştıran karın altında, taşların üzerinde durdular ve sallanan binlerce anahtarın gümüşi, titrek sesini dinlediler, havanın kilidini açan binlerce anahtar, evvel zaman içinde.” diye bitiyor. Havanın kapağını açarken, “Ama hikayeyi tekrar anlatabiliriz, doğrusunu anlatana kadar tekrar tekrar.” diyor Le Guin. Aya Tımanmak'taki öykülerde aynı öykünün nasıl başka başka anlatılabileceğini deniyor. Hatta bazen aynı öykünün içinde.
Kadınlar Rüyalar Ejderhalar'da Öbür hikayenin, anlatılmamış olanın, hayat hikayesinin doğasını, konusunu, sözlerini” telaşla aradığını söylemişti. Bu kitapta da başka bir şey yapmamış aslında. Anlatılmamış olanın peşine düşmüş. “Eğer bir masal kahramıysanız, doğru bir davranış yolu yoktur.” demişti. Bu kez şunu gösteriyor Le Guin, eğer bir masalcıysanız doğru bir masal anlatma biçimi yoktur. 

Pelin TEMUR, Şubat 2013
Bu yazı Kör Katip sitesinde yayımlanmıştır.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder