LE GUİN'LE HAVANIN KAPAĞINI AÇMAK
Bilen bilir, biçimle ilgili radikal denemelere pek girişmez Le
Guin. (Muhteşem Hep Yuvaya Dönmek kitabı için bir
şerh konulmalı elbet buraya.) Onun temel taşı öyküdür. Kendi
benliğine yönelerek bulduğu ve tam da bu yüzden evrensel olduğunu
söylediği imgelere dayanır daha çok. “Nasıl” anlatmış
olduğu hiç gözünüze batmaz, aklınızı çelmez. Biçim,
varlığını unutturacak kadar ustalıkla kaybolmuştur öykünün
içinde. İmgelerin öykünün içinde sadelikle eriyişini takip
edersiniz. Ağzınızda, yanağınızla dişleriniz arasına
yerleştirip unuttuğunuz bir şeker gibi. Herhangi bir sebeple,
belki konuşmak için, onu yerinden oynattığınızda hiç fark
etmeden orada biriktirdiğiniz tat dolduruverir ağzınızı. Tam
böyledir Le Guin okumak. Dalmış okurken onun kurduğu dünyanın
gerçekleri olağanlaşır ve içinizde bir yere yerleşir siz hiç
fark etmeden. Hem de sanki hep oradaymış gibi rahat, yerini
yabancılamadan. Sonra, hatta bazen çok sonra, bir sebeple yerinden
oynatıverdiğinizde okurken ve unuturken orada birikmiş tat
dolduruverir ruhunuzu. Tam olarak yaşlı bir kadın gibi eğitir
insanı Le Guin. Hiç hissettirmeden. Sanki olağanüstü hiçbir şey
olmamaktadır. Sanki altı ay kadın, altı ay erkek olan ırk,
gezegenler arası seyahat yapan anarşistler, yıllarca taştan bir
labirenti kavrama eğitimi alan kadınlar, aslında ejderha olan
yaralı kızlar, ruhundaki karanlıkla yüzleşmek için ölüm
ülkesinin eşiğine kadar giden büyücüler, hepsi dünyanın en
olağan şeyleridir. Öyle sessizce ve sakinlikle alt üst ediverir
bildiğiniz dünyayı. Olağandışını sıradanlaştıran,
dolayısıyla olağan olana kökten yabancılaşmanızı sağlayan
öykülerini ateş başında öykü anlatan bir nine gibi sakince
kurar. Bu yüzden de Le Guin, yılların okur-yazarlarınca da, bu
işlere yeni başlamış olanlarlaca da sevilir. Kurduğu hikayeler
bir çok derinlik katmanından okunacak kadar karmaşık ve ama acemi
okura yol gösterecek kadar sadedir. Onun marifeti de galiba
bu iki katmanı, birbirlerine galebe çaldırmadan, üst üste inşa
edebilmektir.
Bu kez biraz riske girmiş Le Guin. Metis Yayınları'nda çıkan AyaTırmanmak kitabında biçim denemelerine girişiyor. Benim
gibi Le Guin hayranı olan okurlar için onun bambaşka bir yönünü,
dilinin bambaşka bir tonunu keşfetmek için müthiş bir fırsat.
Ama Le Guin'e yeni başlıyorsanız, onu tanımak için pek doğru
bir başlangıç kitabı değil.
Aya Tırmanmak, 1996'da içindeki öykülerden başka birinin adıyla
- Havanın Kapağını Açmak- yayımlanmış kendi dilinde.
Metis neden “Aya Tırmanmak” adını uygun gördü
bilmiyorum ama “havanın kapağını açmak” bu öykü
toplamı için çok daha uygun bir isim. Sanki Le Guin kalemiyle- ya
da zihniyle- kağıt arasında bir kapağı açmış ve öykülerdeki
her şey savrulup duruyor bu kitapta. Kasabalar hareket ediyor,
anlatıcılar değişiyor, oyuncak evler eve, evler oyuncak evlerin
bahçesine dönüşüyor, bir dolabın dibine itelenmiş kaşıklar
zaman değiştiriyor, kaçak avcılar kendi hikayesini kurmaya
çalışırken ormanda bulduğu eski bir hikayenin içine
yerleşiyor... Le Guin, anlatıcı olarak, sadece rüzgarın yönüne
bakıyor ve bırakıyor hava neyi nereye yerleştirmek istiyorsa
yerleştirsin. Okurken biz de onunla birlikte savrulmak durumunda
kalıyoruz. Bu anlamda Le Guin'de alışık olduğumuz okuma
kolaylığı pek yok öykülerde. Ama bambaşka bir tat var.
Öykülerden birkaçının üzerinde özellikle durmak istiyorum. Le
Guin'in günlüğünden sayfalar okuyormuşsunuz hissi veren bir öykü
var kitapta. “Zihnimdeki Mahluklar”. Karşılaştığı
üç hayvanı anlatıyor burada Le Guin. İlki balkonunda iki gün
boyunca can çekişen, öldüremediği bir böcek. Aç olsa tıpkı
nineleri gibi hiçbir suçluluk ya da yakınlık duymadan bir tavuğu
öldürebilecekken bu böceği neden öldüremediğini anlamaya
çalışıyor. “Yazın Seatown'da Pazar Günü” öyküsünde
bir pazar sahilini şiire yaklaşan bir imgesel zenginlikle
anlatıyor. “Bulunanlar” öyküsü ise etkileyiciliğini
yine şiirsel bir düzeyden kuruyor. “Tepenin üzerinden
aşacaksın, tarlalardan, ormanlardan, şehirlerden geçeceksin,
yolunu bulacaksın, içinde konuşacağın sessizliklerimizi
bulacaksın.” Bu öyküde
anlatıcı kipleriyle ilgili kendine has sade bilgelikle öyle güzel
açıklamalar yapmış ki, bundan sonra sürekli aklıma düşeceğinden
eminim. “İhtiyarlar”
öyküsünde öldüğünde ağaca dönüşen ölümsüz bir ırktan
söz ediyor Le Guin; “Bilge Kadın”da
ölülerini bilge kadının kemik kokan evine götüren bir kadından.
“Ethergezer” ve
“Kaçak Avcı”
öyküleriyse alıştığımız Le Guin tadını veren öyküler.
Ethergezer'de sürekli yer değiştiren bir kasabayı anlatıyor.
Tıpkı kasaba gibi anlatıcı da sürekli değişiyor ve biz içinde
yaşayanları birbirlerine değdikleri yerlerden tanıyoruz. “Kaçak
Avcı” öyküsündeyse kaçak
avcı ne yakalıyor derisiniz? Elbette eski bir hikaye. Onun içine
yerleşiyor, onunla birlikte yaşamaya başlıyor.
Havanın Kapağını Açmak
öyküsü ise kitaba adını vermeyi hak ediyor. Çünkü kitabı
okumak için de rehberlik ediyor okura. Çünkü “Bu bir
masal.” diye başlıyor o öykü
ve “Bu tarih/ Bu bir taş/ Bu bir kikaye/ Bu bir komite
toplantısı/ Bu bir aşk hikayesi” diye
devam ediyor. Üstelik “Bu hakikat. Hafif hafif atıştıran
karın altında, taşların üzerinde durdular ve sallanan binlerce
anahtarın gümüşi, titrek sesini dinlediler, havanın kilidini
açan binlerce anahtar, evvel zaman içinde.” diye
bitiyor. Havanın
kapağını açarken, “Ama hikayeyi tekrar anlatabiliriz,
doğrusunu anlatana kadar tekrar tekrar.”
diyor Le Guin. Aya Tımanmak'taki öykülerde aynı öykünün nasıl
başka başka anlatılabileceğini deniyor. Hatta bazen aynı öykünün
içinde.
Kadınlar Rüyalar Ejderhalar'da
“Öbür
hikayenin, anlatılmamış olanın, hayat hikayesinin doğasını,
konusunu, sözlerini”
telaşla aradığını söylemişti. Bu kitapta da başka bir şey
yapmamış aslında. Anlatılmamış olanın peşine düşmüş.
“Eğer bir masal kahramıysanız, doğru
bir davranış yolu yoktur.”
demişti. Bu kez şunu gösteriyor Le Guin, eğer bir masalcıysanız
doğru bir masal anlatma biçimi yoktur.
Pelin TEMUR, Şubat 2013
Bu yazı Kör Katip sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder