Uzun
bir çölde, bir insan ömrünce kısa bir düşe daldım. Sen beni
bulduğunda o düşteydim ben. Gözlerimdeki vahaya sığınmıştım.
Gözlerime kapanmıştım. Gözlerimi kapadım...
Öyle
uzun zaman kaldım ki orada, uzun çöl rüzgârları kumla örtmüştü
üstümü. Dokunuş diye bir kumların yakan dokunuşunu biliyordum;
ses diye bir kumun uğultusunu. Unutmuştum ötesini. Unutmak
denirse… Çölle bir ettiğim dünyanın sesini dinliyordum.
Sen
beni bulduğunda uzun bir düşün ortasındaydım. Öyle
ortasındaydım ki, unutmuştum düş olduğunu.
Ben
o düşün içinde dağları, ağaç gövdelerini, yapraklardaki
damarları, dere yataklarını, dere yataklarındaki her bir çakıl
taşını, onların üzerinden akan suyu, göğü, gökte uçan
kuşların kanatlarındaki her bir tüyü düşünürdüm. Ben o
düşün içinde düşümü sevecek birini düşünürdüm. Sen beni
bulduğunda, ben, beni sevecek birini...
Kucağımda
düşlerce biriktirdiğim sarılış vardı. Dudaklarım öpüşün
bin türlüsünü öğrenmişti düşler boyunca. Parmak uçlarımda
diş diş kabarmış düş dokunuşu...
Ilık,
kırmızı bir damla düştü senden avucuma. Çölümün, bana
okşayış olan kumu, seni kanatmıştı.
Ben
seni görmedim. Düşte bilinir. Bildim.
Ben
senin varlığını bildim. Kavrayamadım. Bildim. Gözlerimin ardına
alışmış bakışlarım için sen kendi şeklin içinde sonsuz
gibiydin. Ben bakmazken de orada olan kendi biçimin içinde, sonsuz
olanaklarınla dağılıp toparlanıyordun.
Bin
türlü yol bilirdi ayaklarım düş yollarında. Ama gerçek içinde
acemiydim. Sen elimi tuttuğunda…
Gözlerimi
ne zaman açtım? Neden kapatmıştım?
Gözlerimi
açtığımda kelimeler benden gitmişti. Uzun düş yılları
boyunca bulduğum birkaç cümleyi, unutmayayım diye, kirpiklerime
asmıştım. Bakışım bulanıktı bu yüzden.
Ben
seni önce yaşlı bir kadın sandım. Bakışımın buğusu aktı
yüzündeki kırışıklıklardan, ağladım. Dudaklarının
üzerindeki çizgiler, kadim lafların ağırlığıyla yol yol olmuş
gibiydi. Bana uzun bir masal anlatacaksın sandım.
Ben
sonra seni bir küçük çocuk sandım. Gözlerindeki şaşkınlığa
yerleştirdim kirpiğime taktığım cümlelerden birini. Yerini
yabancıladı. Sabah dilde kırılan bir düş gibi, dilden
sakınılamaz ve anlatılamaz, sadece yalandan söz ederken ve düş
anlatırken kullandığımız o fiil çekimiyle, kaldı orada.
Gördüğümüz ama hatırlamadığımız düşler nereye gider?
Onları anımsayan bir yer var mıdır belleğimizde? Unuttuklarımızı
hatırlayan bir yer var mıdır? Ya henüz görmediğimiz düşleri
anımsayan bir yer..? Onlar nerede bekler? Bana düşlerle ilgili
sorular soracaksın sandım.
Sonra
ben seni uzun yollarda gölge büyüten bir seyyah sandım. Hiç
görmediğim memleketlerden, biçimsiz hayvanlardan, başka türlü
esen rüzgârlardan, yabancı kokulardan, yıldızlardan, bakırdan,
ipek ve baharattan söz edeceksin sandım.
Ben
sonra seni her bir uzvuna nefret
yerleştirmiş, kemikleri öfkeyle sertleşmiş bir savaşçı
sandım. Güneş ışıkları bakışının keskinliğini eksiltmesin
diye gözlerinin altına siyah kalın çizgiler çekmiştin.
Bakışlarından korktum. Çölün ömrüyle kıyassız bir düşte
terleyene getirdiğin hükmü gördüm ışıldayan kara
bakışlarında, terinle alnına yapışan saçlarında. Cümlem
döküldü kirpiklerimden. Bana hançerin ıslığından ve
merhametinden söz edeceksin sandım. Hüküm kimdendir, sormadım.
Sonra
ben seni gül yaprağı dudağında bin diken saklı bir aşık
sandım. Sözü söze vura vura uzun bir yoldan bana yürüdün
sandım. Düşünde beni gördün, yürüdüğün yolları bana
yordun sandım. Bana cümlemi indirmeye, bildirmeye, buldurmaya
geldin sandım.
Tüm
cümleler dökülünce kirpiklerimden, yok sızlayışlarıyla baktım
sana ve ben seni kendim sandım. Ben seni henüz yaşamadığım bir
anı ya da görmediğim bir düş sandım. Ben seni bir şeyin
yokluğu sandım.
Nefis bi anlatımınız var Pelin hanım, sizinle tanışmayı bekliyorum.
YanıtlaSilhttp://sibelatasoy.com/
Teşekkür ederim Sibel Hanım.. Nasıl tanışacağız?
YanıtlaSilYine çok çok güzel..
YanıtlaSil