HARVEY'İN DİYALEKTİKLE DANSI
"Eleştiri
silahı, silahların eleştirisinin yerini kuşkusuz alamaz; maddi
güç ancak maddi güçle yenilebilir; ama teori de, yığınları
sarar sarmaz maddi bir güç durumuna gelir.”1
David
Harvey, Sel Yayınları'nın Düşünsel Serisi'nden çıkan
Sermayenin Mekanları
kitabında 1970'lerden 2000'lere kadar yazdığı 17 makaleyle
entelektüel bir ateş2
yakıyor. Makalelerin ilgi çekiciliği ve kapsayıcılığı bir
yana, Harvey'in, diyalektiği işletişini, aktif bir entelektüelin
politik pratiklerinde ve akademik hayatında yaşadığı sıkıntıları
samimiyetle düşünsel malzemeye çevirişini ve orada, gözünüzün
önünde yeni'yi arayışını izlemek, kavramların birbirlerine
sürtülüşünden çıkan kıvılcımları görmek için de okunmalı
bu kitap. On dakika olsun televizyon izleyen birinin fark edeceği
gibi, bugünün ana meselelerinden biri, hem küresel hem de yerel
boyutta, mekanın yeniden paylaşımı. Artı üretimin emilimi için
en az savaş kadar işgörür olan kentsel dönüşüm hamlelerini
anlamak için “kent” denilen gayya kuyusuna ayrıntıları
görebilecek kadar yakından ve bağlantıları görebilecek kadar
uzaktan bakmak gerekiyor.3
Diyalektiğin Dansı
kitabının başlarında Ollman, Marks'ın, Roma mitolojisinden
aktardığı bir öykü anlatır. Yarı insan, yarı canavar olan ve
bir mağarada yaşayan Cacus geceleri öküz çalmak için dışarı
çıkar. Öküzleri çaldığını kimse anlamasın diye de
başlarından itip geriye doğru yürüterek mağarasına götürür.
Sabah öküzlerini yerlerinde bulamayan köylüler, ayak izlerine
bakarak öküzlerin Cacus'un mağarasına girmediğini, tam tersine
oradan çıktığını ve kırda kaybolduğunu düşünürler.
“Buradaki
temel sorun gerçekliğin aslında kendi görüntüsünden daha fazla
bir şey olması ve bu bakımdan da sadece ve sadece görüntülere,
gözümüze çarpan anlık ve dolaysız verilere odaklanılmasının
son derece yanıltıcı sonuçlar vermesidir.”4
Sermayenin
sınırları anlaşılmadan kent anlaşılabilir mi? Artı üretimin
emilimi sorunu, yedek işçi ordusu ihtiyacı, nüfus-kaynak ilişkisi
kavranmadan kentsel dönüşüm kavranabilir mi? Elbette her şeyi
birden bilmek mümkün değil, peki ama “tek bir şeyi” bilmek
mümkün mü?
Tüm ideolojik aygıtlar seferber edilerek alıştırıldığımız
düşünme yöntemi kategorik, tarih dışı ve diyalektikten uzak.
Ama “bir kısım aydın” (aslında günlük hayatımızı
sürdürürken kullandığımız ortak duyu da diyalektik unsurlardan
bütünüyle yoksun değildir5)
başka tür bir bilme biçiminin peşinde. “(...)
her biri diğeriyle karşılıklı ilişki içerisindeki süreçlerden
oluşan bir dünyada, şeyler arasındaki karşılıklı bağlantılar,
özlerinde, kendilerini önceleyen koşullarla, gelecekte ortaya
çıkabilecek olasılık ve olanaklarla; aynı zamanda verili anda
kendilerini etkileyebilecek ve kendilerinin de etkileyebileceği
faktörlerle bağlarını taşırlar.” 6
Harvey'in Malthus, Ricardo ve Marks'ın nüfus-kaynak teorilerini
değerlendirdiği makalesi dünya ile düşünce arasındaki bu
“gönüllü” kopukluğu da anlatıyor. “Gönüllü” demek
lazım çünkü bir çözümlemeyi baştan sona kuracak sistemli
düşünme yeteneğine sahip insanların belli noktalarda bir adımı
atamadıklarını görmek “ilginç”7.
Mesela Malthus, alt
sınıfların sefaletini “insan düzenlemesinden tamamen bağımsız
bir doğa kanunu”na
bağlayıp çıkıveriyor işin içinden. “Doğa” vurgusu önemli.
“Doğa” dediğinizde “nesnel” bir laf etmiş oluyorsunuz ve
sihirli bir dokunuşla etik alanın dışına çıkıveriyorsunuz.
Burada değerlerden değil, olgulardan söz ediyoruz bayan!
Her
ülke ve her disiplin için tanıdık bir eşik bu. Aydınlanma'nın
tutkulu idealist aydınlarının faustvari kıvranışlarına burjuva
devrimi tavsayınca bulunan çare: “Olgu”larla “değer”lerin
ayrılması. Olgu, bilimsel araştırmanın konusudur; değerse
kişisel görüş. Böylece etikle bilimin bağı kolayca koparılmış
oluyor. Aydınlamanın tutkulu ve kapsayıcı aydınından
postmodernizmin parçalı aydınına “titiz
bir metodolojik hüner”le
atılan bir adım. Postmodern ayrımlardan bir ayrım: öznel olanla
nesnel olan. Buradan varılan nokta ise bilimin tarafsızlığı...
İşte bu geniş “tarafsız” alanda Malthus, hiçbir vicdani
rahatsızlık duymadan, alt sınıfların sefaletinin “toplam insan
refahı” için gerekli olduğunu açıklıyor. Bilimin sefaleti!
Ama öyle ya, bilim insanımız burada “nesnel” ve “bilimsel”
olgulardan söz ediyor; kişisel değerlerinden değil. İlke olarak,
bilim insanı çalışma masasındayken kendi kişisel değerlerini
söz konusu edemez. Ben de, ilke olarak, çalışma masasındayken
küfretmiyorum! Harvey'se zaten kibar bir adam... Diyor ki, nüfus
ile kaynaklar arasındaki ilişkiyi kavrayabilmek için en uygun
yöntem diyalektik materyalizmdir ve Malthus'un amprisizmini
“ideolojik” bulmayıp diyalektik materyalizmi “ideolojik”
bulan akademisyenler “insan
türünün devamı kadar hayati bir meselede aymazlığa mahal
vermektedir.”
Ollman'ın
da altını çizdiği gibi, Marks'ın kapitalizm analizini
reddedenler onun fikirlerine katılıp katılmadıklarını beyan
etmekle yetinmiyorlar. Onlar doğrudan kapitalizmin varlığını yok
sayıyorlar. “Kapitalizme
tabi olanlar ortada bütüncül bir sistemin, yani kapitalizmin
varolduğunun farkında bile değillerse o zaman yapılması gereken
şey, kapitalizmin nasıl işlediğini açıklama çabasını
kapitalizmi teşhir etme, en basit anlamıyla onun varolduğunu
gösterme ve onun ne tür bir kendilik olduğunu gözler önüne
serme çabasıyla birleştirmektir. (...) bir şeyi ifşa etmeksizin
açıklamaya çalışmanın nafile bir çaba olacağını
söyleyebiliriz.”8
Harvey
tam olarak bu açıklama ve ifşa işini yapıyor. Marksist teoride
nispeten boş bırakılan “coğrafya”9
ve özel olarak da “kent” alanında Marksist teoriye kattıkları
tartışılmaz.
Harvey'e göre ne coğrafya ne de kent bir tek disiplinin
verileriyle anlaşılabilecek kavramlar. Her ikisinde de parçalamanın
büyüklüğü nispetinde bir karşılaştırma ve sentez ihtiyacı
kaçınılmaz bir diyalektik hareket yaratıyor. Mesela
“1930'ların buhranlı yıllarında Michigan'ın Flint şehrinde
akrabalık ilişkileri” türünden makaleler kent sosyologlarının
ekmek yediği yegane kapı olsa da, buradaki bilgi yığılması,
genişliği nispetinde, kenti anlamak için veriye değil, anlamanın
önündeki engellere dönüşüyor.10
Harvey'in makaleleriyse dünyayı sadece bir coğrafyacı olarak
anlamaya çalışan, kendini disiplinin kategorilerine kapatan,
mekanı ve zamanı nesne ve olayların yerini belirlemek için mutlak
bir çerçeve olarak alan bir
coğrafyacının elinden çıkmamış. Ollman'ın uzun uzun anlattığı
içsel ilişkiler felsefesini çok iyi işleten, diyalektiği
olayları anlamak için ustalıkla kullanan bir düşünürün
yazıları bunlar. (Bu yüzden bu yazıda ikisini kısa bir dansa
kaldırdım.)“Öncelikle, kendimi kentselleşmenin
kapitalist
biçimlerini anlama çabasıyla sınırladığımı belirtmeliyim.
(...) 'Kentsel'in ne olduğuna getirdiğim yorumu kapitalizm
çerçevesinde ikiz temalar olan birikim ve
sınıf mücadelesinin
üzerine dayıyorum. Bu iki tema birbirinin bütünleyicisi gibidir
ve aynı madalyonun iki yüzü gibi kabul edilmelidir; kapitalist
faaliyetin bütünlüğünü seyredebileceğimiz iki farklı
pencereye benzerler.”
diyor Harvey.
Ollman, diyalektiği benimsememiş
düşünürlerin ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırdığını,
ancak diyalektiği benimseyenlerin de genelde ormana bakarken ağacı
göremediğini, bütün hakkında genellemelere ulaşmak uğruna
parçaları önemsemediklerini söyler.11
Harvey tam burada “militan
tikelcilik” diye
bir kavram geliştiriyor. Harvey bu kavramı, maalesef romanlarını
Türkçede henüz okuyamadığımız, Raymond Williams'tan almış ve
onun romanları üzerinden açıklıyor.12
“Süreçleri anlamayı şeyleri anlamaktan daha önemli
tutan diyalektik bir okumayı tercih eden”
bir yazar diye tarif ettiği Williams, militan tikelcilik kavramını
şöyle açıklıyor: “Bir yerdeki dayanışmanın
olumlayıcı deneyiminden şekillenen idealler, tüm insanlığa
faydalı olacak yeni bir toplum biçiminin işleyen bir modeli olarak
genelleşir ve evrenselleşir.”
Ancak sorun şuradadır, yerel direnişlerde “bizim insanımız”,
“bizim toplumumuz” ismini alan grup daha geniş bir siyasi dile
geçtiğinde “direnen işçi sınıfı”, “proletarya”,
“kitleler” adını alır. “Tikellikten evrenselliğe
doğru hareket somuttan soyuta bir 'tercüme' içerir.” Bir
kavramsal dünyadan başka bir kavramsal dünyaya ve bir soyutlama
düzeyinden diğerine geçiş, militan tikelciliğin dayandığı
ortak amacı tehdit edebilir. İnsanların dünya ile ilişkilerini
anlamak için başvurdukları farklı soyutlama türleri ve
seviyeleri arasındaki bu gerilimi, Williams romanlarında, tam bu
amaçla oraya konmuş pasajlardan takip ediyor Harvey. Ve Brecht'in
notunu düşüyor: “Brechtçi strateji bu gerilimlerin
hiçbir zaman çözülemeyecek olduğunu öne sürdüğü gibi, asla
çözülmelerini beklemememiz gerektiğini de söyler. Onları
sürekli açık bırakarak, ilerlemeci toplumsal değişimi elde
etmede gerekli olan yaratıcı düşünce ve pratikler için temel
kaynağı da açık tutmuş oluruz.”
Tanıklıklar başkaldıran
ve dönüştürücü siyasetin sürekli yerel seferber edilmelerle iç
içe geçtiğini gösteriyor. Ancak
bir yanıyla da “şeylerin varolan düzenini korumak
için, görünürde değişmez tutucu bir güç olarak iş görür”
militan tikelcilik; eğilimi dışlayıcı ve otoriter
pratiklere doğrudur.
Eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı talep etmek yerine
onları artırır.
Yerel hareketleri anlayabilmemizin
yolu, oldukça farklı mekansal ölçeklerde akışkan ve karmaşık
etkileşimi kavrayabilmemizden geçiyor. Aksi halde sonuç ya yerel
hareketlerin fetişleştirilmesi ya da daha geniş ölçeklerde
işleyen güçler karşısında önemsizleştirilip yok sayılmaları
olur.
Bir fabrika direnişine destek
olmak için yürütülen araştırma projesinde çalışırken tam
bu nedenlerle yaşadığı sıkıntıları etkileyici bir entelektüel
samimiyetle paylaşmış ve çözümü orada, bizimle birlikte aramış
Harvey. Tekel çadırlarını bir kez olsun koklamış, Dikmen Vadisi
Barınma Bürosu'nda bir bardak çay içmiş herkes için eşsiz bir
deneyim paylaşımı ve birlikte aramaya samimi bir davet. “(...)
sosyalist siyasetin daha farklı bir versiyonuna zemin oluşturacak
militan tikelciliklerin eski ve yeni formlarının yeni bileşimlerini
aramalıyız.”
En az militan tikelcilik kadar ilgi
çekici ve -tabiri bağışlayın- iştah açıcı başka şeyler de
var kitapta. Mesela “mekanın zaman tarafından yok
edilmesi” tespiti (şurada
kağıt üzerinde bile ateş çıkarıyor), kültürün metalaşmasını
ele aldığı son makalesi, kendisini bir konferansa çağırırken
ne sosyolog ne coğrafyası diyemeyip “meydan okuyan
Marksçı” demiş olmalarına
itirazları, “disipliner emperyalizm”
kavramı, coğrafya disiplinin tarihsel seyrini çözümlediği
makalesi, “Postmodernizm radikal politikaya yeni bir kapı
açar, ama bu kapıdan geçmeyi genelde reddetmiştir.” dediği
konsantre “Kapitalizm: Parçalanma İmalathanesi”
makalesi, coğrafya için
hazırladığı beş maddelik tarihsel materyalist manifesto,
McCharty döneminde komünistlikle “suçlanan” coğrafyacı Owen
Lattimore'un hikayesi...
Okuyun, derim, okuyun; Cacus'un ayak
izlerini açık seçik görebilmek için.
Dipnotlar
1 Karl
Marks, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer
(Ankara: Sol Yayınları, 1997), s. 201.
2 “Ne
olduğunu en iyi Marks'ın farklı kavramsal parçaları birbirine
sürterek nasıl entelektüel bir ateş yakabileceğimizi anlatırken
kullandığı bir ifadeyle açıklayabilirim. Teorik yenilikler
genellikle farklı güç silsileleri arasındaki ihtilaf sonucunda
ortaya çıkar. Bu türden sürtüşmede kişi çıkış noktasını
asla hepten kenara bırakmamalıdır; fikirler ancak sahip oldukları
özgün ögeler yeni fikirlerde tamamen özümsendiği sürece ateş
alabilir.” s. 24
3 Son
krizde konut sektörü ve onun şişirdiği finas sektörünün
rolünü belgesel-kurgu bir dille izlemek isterseniz İnside Job filmini tavsiye ediyorum. Harvey, İMC TV'ye verdiği röportajda bu
konuda Türkiye'yi de uyarıyor.
http://www.dailymotion.com/video/xrws2v_marksist-duyunur-david-harvey-roportajy_tv
4 Bertell
Ollman, Diyalektiğin Dansı, çev. Cenk Saraçoğlu ( İstanbul:
Yordam Kitap, 2006), s. 30.
5 Bertell
Ollman, aynı, s. 43.
6 Bertell
Ollman, aynı, s.19.
7 “İçinde
yaşadığımız dünyayı nasıl kavradığımızı belirleyen üç
şey vardır: Dünyanın nasıl bir yer olduğu, bizim kim olduğumuz
ve dünyayı nasıl incelediğimiz.” Bertell
Ollman, aynı, s. 29.
8 Bertell
Ollman, aynı, s.18.
9 Kitabın
hemen başında 2000'de New Left Review'e verdiği röportajın ilk
sorusu da bu zaten: “Savaştan bu yana Marksist araştırmanın
alanı genellikle tarih olageldi. Sizin seçtiğiniz yol daha özgün.
Nasıl coğrafyacı oldunuz?” s.17
10 Bu
bana Orhan Pamuk'un Sessiz Ev'indeki tarihçi Faruk'u hatırlatıyor.
Arşive kapanıp eski zamanların mahkeme kayıtlarını olduğu
haliyle defterine geçiren ve o dönemin hayatına dair bütüncül
bir bilgi edinmeye çalışan bir tarihçi. Okuduğumda düşünmüştüm,
bilgi öylece orada durup onu almanızı bekleyen bir şey değildir.
Onu söküp çıkarmanız gerekir. Verileri zihinsel bir sürece
sokmanız, neyle neyi ilişkilendireceğinize karar vermeniz
gerekir.
11 Bertell
Ollman, aynı,s. 41
12 Neden
roman? denebilir tabii. Hele edebiyat dışı üretimi oldukça
kabarık olan Williams gibi bir yazar söz konusuyken. Şöyle
açıklıyor Harvey: “Kültür ve siyasal ekonomi
çalışmalarında meyilli olduğumuz fikirsel kapanma ya da sonuca
bağlama, roman formatında, çok daha kolayca, sürekli olarak
düşünmeye ve tartışmaya açık kalabiliyor.” s.
24
Pelin TEMUR, Ağustos 2012
Bu yazı Edebiyat Haber sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder