ŞAH- Bir ölüm üçüncü
sayfaya düştü mü bir talihsizliğin ya da şiddeti elinin ucunda
hazır tutan bir cehaletin eseri oluverir. Vah vah'lı bir şükrün
toz dumanında kaybolur merdiven altı atölyeler, sigortasız
işçiler, iş cinayetleri, meslek hastalıkları, çocuk işçiler,
banka kredisiyle çıkılan tatiller, asgari ücretli şoförler,
ehliyetsiz sürücüler, göçmenler. Hepsi kaybolur. Geriye cehalet
kalır, talihsizlik kalır, “duydun mu, vah vah.... ne insanlar
var, cık cık cık...” kalır. Üçüncü sayfada ölenler
herkesten uzaktır. Üçüncü sayfa ölümleri münferittir her
zaman.
TUĞRA- Ben kaybolmadım,
öldüm. Annem babam da kaybolduğumu düşündü, ama ben öldüm.
Annem üzerime ismimi yazmıştı. Önünde sonunda gelecek
kayıplıktan korusun diye beni. Annem yoksulların kaderini bilirdi.
Annem sandı ki, isim insanı bir yere iğneler. Böylece insan
dünyada savrulmaz. Beni tuttu tarihe iğneledi, sonra da kendime
iğneledi. Ama ben savruldum. Bir arabanın altına kadar.
ŞAH- Şimdi, misal, Tuğra'nın
hikayesiyle benim hikayem ayrı ayrı durur. Benim adım şah, onunki
tuğra. Biz birbirimize işaretiz. Biz yoksulluğun içende dilenen
tarihiz.
TUĞRA- Her şeyin bir olduğu
uzun çocukluk uykusundan sonra, her şeyin ayrılıp kendi
güzelliğini bulduğu bir sabahtı. Sanki dünyadaki ilk sabahım.
Bisikleti hızla sürüyordum. Dünya akıyordu her yanımdan.
Dünyanın içinde savruluyordum, tozuyordum. Kimseye anlatamadım,
insan dünyada kaybolmaz. Kırk yerinden iğnelidir hikayesi. Bir tek
cümleye sığabilir insan dediğin. İnsan, kırk yerinden iğneli
bir cümledir.
ŞAH- Tozar üçüncü
sayfalar. Kotun kumundan önce o kum dolar ciğerlerimize. Orada aile
cehennemdir, aşk cinayet sebebi, çocuklar çukurlara düşer,
apartman inşaatlarında tecavüze uğrar, ormanlarda kaybolur,
arabaların altında kalır, ambulans bekler, anneler babalar sinir
krizi geçirir ve güçlükle sakinleştirilir, kadınlar kan
fıskiyesine döner, sokaklarda sürüklenir, kötü yollara düşer,
erkekler varını yoğunu kumara verir, sefil hayatının içinde
bir aşk buldu mu elini kolunu nereye koyacağını bilemez, çarpar,
devirir. Tozar üçüncü sayfalar, tozar. Ölümleri aynı tozun
içinde yitecek insanların ciğerine ilk bu kumlar dolar. İşçi
ölümleri de oradadır. Aynı talihsizliğin başka bir tarafı
gibi. Oraya düşen haber hemen yanına cehaleti alır, “insanımız
bilinçsiz”i alır, en insaflısıyla “vah vah...”ı alır.
Ben, üç yıl oksijen tüpüyle yatakta yatarken, bu haberleri
okudum. Ben öldükten sonra ölümüm ne olacak onu görmek için.
Geride kalanlara bir şükür bırakacağımı anladım. “İnsanlar
ne şartlarda çalışıyor... buna da şükür...” diyecek
insanlar bıraktığımı. Bir çadırda yanıncaya, bir gölde
donuncaya, bir inşaattan düşünceye, göçük altında kalıncaya,
ağır metal sanayinin, artan gemi ihracatının ya da tekstilde
dünya bilmem kaçıncısı olmuşluğumuzun (biz?) altında
ezilinceye kadar. Hikayeler birbirine bağlanmaz üçüncü sayfada.
Büyük hikaye her gün inkar edilir. Orada her ölüm münferittir.
TUĞRA- Mehmet Şah Abi
savrulmaz mesela. Onun ciğerinde ağırlık var. O yüzden ağır
ağır yürüyor. “Büyük bir hikayenin içinde dolaşıyorum.”
diyor. Ben savrulduğumdan tam bilemiyorum o nasıl bir hikayedir.
“Senin adın tuğra, benimki şah. Sen bana işaretsin, ben sana.”
diyor. Ben hiç tanımam Mehmet Şah Abi'yi. Ona soruyorum beni
tanıyor mu diye. “Tanıyorum tabii.” diyor. “Bizim orada da
bebeler vardı. Aynı senin gibi. Çoğu hapiste.” “Çocuklar
hapse girmez ki.” diyorum. “Bizim orada girer.” diyor. “Ama
onlar başka çocuk, ben başka. Beni tanımıyorsun.” diyorum.
“Dünyanın bütün çocukları bir,” diyor “hele yoksullarsa.”
ŞAH- Misal ben... Benim bir
köyüm vardır içinde barınamadığım. O köye gelen askerler
vardır. 20 yaşında. Ben, onlardan birkaç yaş büyük anca. Sonra
onların bizi önüne katıp aynı büyük hikayenin bir yerinden
bir yerine sürüşü vardır. Bizim yaşamak için şu garip
inadımız vardır. Bir arabanın altında kalıvermedik misal. Bir
çukura düşüvermedik. Bizi şehre taşıyan otobüsün şoförü
direksiyon hakimiyetini yitirivermedi. Bir şarampol bizi
yutuvermedi. Biz ölümüzü gün gün biriktirdik. Ciğerimizde.
Sonra gün gün nefes almaya çalıştık. Ciğerimize.
TUĞRA- Ben bisikletimle, işte
böyle, dünyayı savururken, bir kadın gördüm, bir arabanın
içinde. Sonra o kadın bende ölümü gördü, benden korktu. Bir
çarpma sesi duyduk. Kadın da, ben de. Bisikletimle ben savrulduk.
Bir de babamın aldığı güneş gözlüğü. Kadının arkasında
güneş vardı. Kadın üzerime eğilirken toz oldu, toz oldu, toz
oldu. Bir nefeste içime çektim kadını. Korkusunu alayım istedim.
Korkmasa belki ölmeyecektim. Kadın iki oldu. Kadın bir oldu. Sonra
birbiriyle konuştu kadın. Öldürürler bizi, dedi. Ölmez, bir şey
olmaz, dedi. Ehliyetin yok, ceza alırsın, dedi. Nasıl küçük
baksana, bisikleti de ne acıklı duruyor; kesin öldürürler bizi,
dedi. Çok kanı varmış bak, ölmez, dedi. Kadın kayboldu. Toz bir
süre kaldı güneşin önünde; sonra o da kayboldu.
ŞAH- Bir büyük hikayenin
orasında burasında yitenleriz biz. Parça parça ölenler orada
burada. Yoksulluğun çeşit çeşidinde, çeşit çeşit ölümler
bulanlarız. Tuğra'nın annesi taşeron işçidir misal, hastanede,
babası asgari ücretle şoför. Ben merdiven altı bir odada kot
kumlarım sigortasız, kaçak. Asgari ücret belirleme komisyonları,
esnek çalışma yasaları, bankaların kredi koşulları, doların
seyri, piyasaların tepkisi ve beklentileri, bilmem ne sanayisinin
yükselişi ya da düşüşü, uluslararası ekonomik dengeler,
enflasyon, bilmem hangi ülkenin bilmem hangi politikası nedeniyle
sınırlarımızdaki (biz?) durum, ceza yasasında yapılan,
yapılacak, yapılamayacak değişiklikler, belediye yetkileri, şehir
düzenlemeleri, seçim barajları ve daha bir sürü şey de
dahildir mesela hikayelerimize. Ama onlar başka sayfalara yazılır.
Sayfa sayfa bölünür hikaye. Diğer sayfalarda dokunanların üçüncü
sayfada ilmekleri çekilir. Bir gün, bir çocuğun acısını, bir
ciğerin sancısını hafifletmeden bunu anlatmanın bir yolu
bulunacak. İhtimal ki, o gün herkes için bir başka hikaye
başlayacak. Dünyanın tüm işçileri ve dünyanın tüm çocukları
için.
Eşref Yıldırım'ın "hiç kimsenin ölümü" sergisi için yazılmıştır.
Pelin Temur |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder