Bir
hayvanın gözlerinin içine bakmak... Onunla paylaştığın varlık
zeminini ve belki de asla paylaşamayacağın isimsiz bir başka
zemini hissetmek. Ruhun kendi dışında bir yere doğru kabarması
gibi. Ağaçlara, akan suya, taşlara bakarken hissettiğin, içini
coşturan ama asla tam olarak ele geçiremediğin o duygu...
Kenarında dil döndürüp durduğun, karmaşıklıkla basitliğin,
yücelikle pespayeliğin, tapınmayla kayıtsızlığın yan yana
durduğu- durmaya çalıştığı- bir alan. Gözlerini akılla
kapatıp aydınlana aydınlana uzaklaşmaya çalıştığın bir
bilme biçimi. İçe dolan, ele geçiren, hesaba gelmeyen bir
hissediş. Onu sınırlayamayacağını anlayınca bilme biçimini
sınırladığın bir koca bilinç alanı. Birlikte varolmanın
dayanılmaz ağırlığı...
İki
büyük adamın hayvanlara bakışını okuduk üst üste. Önce
Altıkırkbeş Kafka'nın Hayvan Öyküleri'ni derleyip bastı,
arkasından Sel, Canetti'nin kişisel notlarından oluşmuş
Hayvanlar Üzerine kitabını. Kafka hayvan üzerinden insana
bakıyor, insanı anlamak için hayvandan ve hayvanı anlamak için
insandan hareket ediyor. Edebiyatın alanından konuşuyor.
Canetti'nin Hayvanlar Üzerine kitabı ise kişisel notlarla dolu
olduğu için daha doğrudan bir bakış.