yüz


Yüzümün dağılmasına engel olamıyorum. İki yanından avuçluyorum onu ama o, dokunuşla sınırlanmayı bilmiyor. Tam tersine dağılıyor dokunuşla. Yüzünü, atomlarıyla parçalı hissetmek korkunç bir şey! O atomların nasıl dağıldığını, çevreye karıştığını, orada yaşamaya devam ettiğini...
Değdiğim her şeyde, bana değen her şeyde bir parçasını bırakıyor yüzüm. Dağınıklığından bıktım; tanımadığım yerlere konukluğundan. Bildiğim bir yerde dağılsın istiyorum. O yüzden şimdi yüzümü avuçlayacak, ellerine bulaşan suretimle söyleşecek birini istiyorum. Kendi avuçlarım değil, hayır. Kendi içimde dolanıp durmaktan sıkıldım. Yüzümü bir avucuma, bir omzuma taşımaktan yoruldum. Dağılsın ama bulaştığı yeri bileyim istiyorum. Ben bırakmışım orada gibi hissedeyim. Buna izin verir. O, her şeye izin verir. Öyle savurucu ki! Ya da belki verici bilmiyorum. Onun üzerine düşünmek istemiyorum. Çünkü bunu yaptığımda gelip dilime yapışıyor. Dilim dönemeyecek kadar sıkışıyor o zaman ağzımın içinde. Ağız-içi dediğin nedir ki? Küçücük. Onca söz taşıdığına ne bakarsınız? Küçücük bir yer. Dilim zor sığarken bir de yüzüm aktı mı oraya hareket etmek, hatta nefes almak zorlaşıyor. O yüzden hep dışarıda bırakıyorum onu. E o da dağıtıyor kendini. Yüzüm, bende sahipsiz. Sahibini arıyor orada burada. Böyle savrulmasına izin veren ben miyim? Başka türlüsü gelmiyor ki elimden. İçime çekemem ya onu. Orada duracak işte. Dışımda. Hepten giderse? Gitmez, biliyorum. Hem onu anlamla zenginleştiren benim. Başkasının anlamlarını işleyemez ki kaşına, gözüne. Ne olursa olsun, ne kadar dağılırsa dağılsın; o benim. Bunu biliyor. Ben de.
Bazen çok derli toplu oluyor. Bakıyorum, sırlara yansıtıp onu. Öyle, sakin sakin duruyor. Saçları iki yanına çekilmiş, kaşları yumuşakça uzanmış, ağzı şöyle bir kapanmış. Üzerindeki hiçbir uzanış, kapanış, toplanış özel bir anlam ifade etmiyor böyle derli topluyken. Her şey boşlukta savrulurken birbirine değivermiş ve gidecek daha iyi bir yer bilmediği için oracıkta kalıvermiş gibi. Yok, bu halini sevmiyorum. Hem de hiç. Dağılmasını tercih ederim. Öyle derli toplu gördüğümde onu, hemen değebileceği bir şey arıyorum. Değme çağrısına dayanamıyor, biliyorum.
Kendine sert bir görünüm vermeye çalışıyor. Çene kemiklerini köşelendiriyor iyice, ağzı kasıyor, gözleri parlatıyor. Hiç dağılmazmış gibi yapıyor. Niye böyle yapıyor bilmiyorum. Daha savunmasız görünse akacak daha çok yer bulabilir. Ama aktığı bilinsin istemiyor sanırım. Ben bile bilmiyorum bazen. Çok sonra, aktığı yerde bir izini görünce anlıyorum oraya akmış olduğunu.
Şöyle iki yandan avuçlasam; bak desem, gittiğin yerde bilinmezsin, sen benim yüzümsün. Derinimin sureti. Kaşına, göz bebeğine, ağız kenarına ben işleyebilirim ancak anlamı. Senin hapsin benim, benimki sen. Kal. Kalır mı bilmem. Susarım o yüzden yüz’e. Yüzüme. 

Pelin Temur
Sarkaç Dergisi'nin 1. sayısında yayımlanmıştır.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder