defter...'deki


defter...
Ne defteri nerede bulduğumu söyleyebilirim, ne de neden bulduğumu. Söyleyebileceğim şu ki, o defterde bir yüz var. Kirpiklerini, kalemin kağıtta çıkardığı gibi bir sesle yuman ve sayfa sayfa açılan.
Biliyorum, bu bana yüzdür. Ve şimdi bir başlangıçta durmaktadır. Bekler. Bilinmeyi.
...'deki
Toprağı kazdı bugün kaplumbağa. Yumuşacık toprak… Önce birkaç yeri denedi; ya bir taşa denk geldi ya da bir köke, ilerleyemedi. Sonra buraya, sarmaşığın altına kazdı kış yuvasını. Yavaş yavaş. Açtığı çukurun içine girdi ve kelime yanına kelime dizer gibi ağır örttü kendini toprakla. Bu defter benim kış yuvam. Kazdığım, girdiğim, örttüğüm yeri bilirim; uyanacağım yeri bilmem. Uyanacak mıyım onu bile bilmem.

Başlangıçta yüz vardı. Tanrı önce soluğunun dolanacağı yeri kurdu. Çünkü çok yalnızdı. Ak yüzey üstüne ateşten kızıl çizgilerle yalnızlığını dağladı. Çizgilere sonsuz bir devr-i daim verdi. Dileğini kararttı yüzeyde. Bir boşluk koydu kendi için yüzeyle derin arasına. Yalnız kalmak istediğinde…

Uyurken kapanır boşluk. Uyurken meleklere benzer insanlar. Ve şeytan dolaşır yüzle derin arasındaki boşlukta. Bir göz kırpımı uzakta. Tanrının boşluk bıraktığı yere inkâr yerleşmiştir. Ve artık yalnız değildir tanrı. İnkârla. İnkârla çoğalır.
Toprağa bastım ve ayak parmaklarımın kökler gibi aşağı uzamasına izin verdim bugün. Onlarla birlikte bildim dünyanın yüzünden derinini. Kiraz ağacının ve kaplumbağanın sırrını bildim. Hepsi orada, toprak altında beni bekliyordu. Ayaklarıma neden daha önce izin vermedim ki?
Yüzüm… Bir bahçe gibi mevsimini takip ettiğim, mevsimimi bildiğim. Bir bahçe ölüm ve yenilenmenin devr-i daimindedir. Bir yüz? Kazılacak yerleri hep vardır bir bahçenin. Bir yüzü vardır, bir de derini. Yüzüyle derinini bir eder. Bilmez başka türlüsünü.

İnce kökler gibi kılcal damarlar.

Yüzümü kazdım ve onun altında bir kış uykuya yattım. Eşelenmiş toprak gibi yumuşak. Derken uzun bir yağmur yağdı toprağın üstüne. Yüzey derin bir oldu.

...
Eşelenen toprak sesi, dedim; aldım yerleştirdim sesi yüzün alnına. Yüz çıtırdadı, alın kırıştı. 

Ezilen toprak sesi, dedim; aldım yerleştirdim sesi göz kenarlarına. yüz çıtırdadı, göz kenarları kırıştı.
Gökyüzünün yere değer parmakları dedim, yağmur dedim; aldım yerleştirdim dilin ucuna. Dil çıtırdadı. Su, çatlağı buldu.
Defter, yüzünü seçip gözlerini kaldırdı okuyana.
                                                                               ...
Başlangıçta havasızlıktan morarmış ve bir pınar gibi kaynayan yüz vardı. Yüz, ilk solukla rengini seçti. Nefes, yüzle derin arasında bir boşluk yarattı. Konuştukça boşluk çınladı. Kelimeyle yüz; yüzeyle derin… İnsan o boşlukta dolandı. Yüzüyle derini arasında bir nefeslik boşluk. Kan üzerinde dolanan insan nefesi.

İnsan, ettiği her kelimeyi o boşluğa koydu. Kelimeler cümleyi denediğinde yüzüne bir yüz daha vurdu.

Yüz görüldü. Yüzle derin arasındaki boşlukta bir rüzgâr esti. Yüz ve derinin kokuları karıştı birbirine. Yaklaştı ona bakan yüze. Cümlelerden öte yüz yüze. Pembe bir mağara ağzından esen rüzgârla cümleyi araladı ve baktı kendine. Sonra mağara yokluğa delil diye örümceği gönderdi. Örümcek, yokluğa yemin bir ağ işledi. Ben girmedim mi bu mağaradan içeri? İşte şu ağızda değil mi cümlelerimin izleri?

İnsan bir zaman başka yüzün boşluğunda dolandı. Kendi izini sürdü; bulamadı. O içerideyken örümcek yokluğa delil ağını bir daha işledi.

Ve insan utanmayı bildi. Vermekten ve almaktan utanmayı bildi.

Kuruyan dalları temizledim bugün kiraz ağacından. Ölüleri gömmek gerek. Yas tutulabilir ama ölüleri gömmek gerek. Ölmüşlerden soyunmak gerek. Yoksa yaşama yer kalmaz. Ağaç ölü dalları taşımaktan meyve veremez. Kalem oynamaz. İç kelime tutmaz. Ölüleri ayırdım bugün yaşamdan.
Başlangıçta...

Pelin Temur
 Sarkaç Dergisi'nin 3. sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder