BARİKATLARDAN
DEFİLE SALONLARINA PANTOLONUN TARİHİ
-Erkek gibi giyinmek
isteyen her kadın Emniyet Müdürlüğü'ne gelip izin isteyecektir.
-Bu izin, yetkili
sağlık görevlilerinden alınan belgeye göre, belediye başkanı
ve polis komiserlerince verilecektir.
-Bu belgeyi almadığı
halde erkek kılığında gezen kadın tutuklanacaktır.
Paris
Emniyet Müdürü Dubois
7 Kasım
1880
Tarihin
eskiliği yüzünüze bir gülümseme yaydıysa hemen toparlayın
onu. Sel Yayıncılık'tan çıkan Pantolonun Politik Tarihi kitabını
okurken bana sık sık böyle oldu doğrusu. Ne zaman “İnsanlık
neredelerden geçmiş, geçmiş de bugüne gelmiş.” deyip sonra da
bugüne baksam o gülümseme yüzümde toparlanıverdi. Kulağımın
dibinde biri fısıldayıverdi, değişen bir şey yok, sadece
görünümleri, söylenişleri değişti.
Mesela...
Bazı insanlar hala spor yapan kadını “yersiz bir teşhircilik”le
suçlarken, daha liberal olanlar bir piyasa argümanına dönüşen
kadın bedeninin kendi “öz”üne ihanet ettiğini vaaz ediyor.
İlk grup diyor ki, “Kadının göğüsleri gizlenmelidir, çünkü
cinsel bir metadır.”; ikinci grup diyor ki, “Kadının göğüsleri
dolgun olmalıdır, çünkü cinsel bir metadır.”
(Olimpiyatlardaki kadın yüzücüler için Yüksel Aytuğ'un
yazdıklarını anımsayınız.) Erkeğin zevki için yaratılmış
kadın bedeni ve hatta ruhu -cinsel bir uyarana dönüşene kadar
çiğnenmiş “kadın zayıflığı ve duygusallığı”- o zevkten
bağımsız bir varoluşu her zorladığında, ahlak ve/ya estetik
denen sözde bağımsız, ve ne hikmetse hep tarih-dışı,
alanlardan
uzanan eller tutuveriyor kadının saçlarını.
Gerçi bugün bu “ucube” ve zevk katili (aslında “zevk”
kelimesinin ikili çağrışımını temizlemek için “haz” da
denebilir) kadınlar gözaltına alınmıyor; pantolon giymeleri,
spor yapmaları için polis şefinden ve belediye başkanından
yazılı izin almaları gerekmiyor. (Gülümsemeyin! Kadın
milletvekilleri bu izni ancak geçen yıl alabildiler!) Eh... Birkaç
yüzyılda varılan insanlık adına gurur verici bir nokta!
Bard sıkı bir kütüphane taraması yapmış. Çok ilginç belgeler
var kitapta. Mesela adında ilk “feminist” sözcüğünü
kullanan Fransız Feminist Dernekler Federasyonu,
1891'de kadınların külot (bir tür pantolon) giyebilmeleri
konusunda bir manifesto yayımlamış. Madeleine Pelletier'in
yayımladığı “Kızların feminist eğitimi”
broşüründe, annelere, kızlarını erkekler gibi giydirmeleri ve
hoppalığı daha doğmadan öldürmeleri salık veriliyormuş.
1960'larda, yani cinsiyet eşitliğinin en radikal döneminde, “Yeni
Feminist Program”ı yayımlayan
kadınlarsa “Hoppalık zaaf değil ödevdir, kendini
beğendirmek, sevmek, teselli etmek, en yüce misyonumuz budur.
Gerçek ödevlerimizi yerine getirmek boş ve anlamsız haklarımızı
kullanmaktan daha çok mutlu eder bizi.”
demişler. Marie-Claire
1942'de “Parisli Kadının On Emri”ni
yayımlamış: “Sadece bisiklete binerken külot
giyeceksin.”
Kitap
1800'lerden günümüze kadar kıyafet konusunda geliştirilen
politikaları renkli örnekler üzerinden izliyor. Fransız sarayının
en önemli özelliği olan ve halka tam 11 kararnameyle yasaklanan
görkemli giysiler, Fransız Devrimi'nin eşitlik vurgusuyla
terkediliyor. Toplumsal hayatta farkların silindiği, belirgin
özelliği sadelik olan bir moda doğuyor. Bu moda hem Direktuvar'ın
sanatsal kıyafet projeleriyle yukarıdan (“resmi” sanatçı
David'in sadece 1794'te 50.000 çizimi varmış), hem de
sankülotların bastırmasıyla aşağıdan biçimleniyor.
Sankülotlar yani külotsuzlar/donsuzlar, bizdeki deyişle, baldırı
çıplaklar. Bu aşağı tabakanın giydiği pantolonlar külot tarzı
değil. Oldukça bol ve bacakların tümünü kapatan pantolonlar
giyiyor külotsuzlar. Yüksek sınıf ise bel hizasından dizlere
kadar inen, bedene yapışan, dizden aşağısını çıplak bırakan
külot pantolonlar giyiyor ortaçağdan beri. Bacaklardaysa
jartiyerle tutturulmuş çoraplar var. Erkek çekiciliğinin ölçütü
bacaklar.
Bir
noktada erkekler giysilerde çekici bölgelerin teşhiri ve süs
kullanma haklarından, kadınlar lehine, “feragat ediyor”. Erkek,
güzellik iddiasını bırakıyor ve kıyafette biricik amacı
yararlılık oluyor. Süslenmek ve bedeni erotik bir obje olarak
bakışlara hazırlamak işi büyük oranda kadına bırakılıyor.
Kadında nerenin örtüleceği, korunacağı; kadının öncelikle ne
olduğu konusunda, şaşırtıcı şekilde, hala devam eden
tartışmalar o dönemde inceltilmeden koyuluyor ortaya: “Erkeğin
bedeninin üst bölümleri, göğüs, omuzlar ve kafa güçlüdür;
beyin kapasitesi önemlidir ve ayrıca bizim yaptığımız deneylere
göre beyni kadının beyninden üç dört ons daha büyüktür.(...)
Kadında ise tersine kafa, omuzlar, göğüs küçük, ince, dardır,
buna karşılık basen ya da kalçalar, kıç, kaba etler ve öteki
göbek altı organları geniştir.” (Julien-Joseph
Vilrey-Doğabilimci-1800). Yani erkek düşünmek, kadın üremek
içindir. Malum, Rousseau kadının kendini erkeğe beğendirmek ve
onu memnun etmek üzere eğitilmesi gerektiğini söylemiştir. Aynı
amaçla giyiniyor kadın.
Politik
göstergeler zamanla içerik değiştirir. Pantolonun
Politik Tarihi özelde
pantolon, genelde kıyafet üzerinden bu değişimi, 18.yüzyıldan
bugüne izliyor. Pantolon, Devrim öncesi kaba, cahil külotsuzları
simgelerken, Devrim'den sonra eşitlik, sadelik çağrışımlarıyla
donanıyor. Bu dönemde, barikatlardaki kırmızı şeritli
pantolonlarıyla, kadınlar üzerindeyken de göz yumulabilir bir
giysi pantolon. Devrim'e sahip çıkan, savaşçı Jeanne
d'Arc'lar... Ama zamanla, devrimci eşitlik coşkusu dağılıyor ve
cinsiyetler net şekilde ayrılıyor. Erkekler düşünür ve
çalışırken kadınlar gelecek sağlıklı nesilleri üretme ve
yetiştirme görevine çekiliyor. Böylece pantolon ve toplumsal
yaşamın birçok alanı, beyazlar giymiş bakire erdemleri ve
anneliğin övülesi yücelikleri karşılığında kadına
kapatılıyor.
Pantolonun
kadın üzerinde daha fazla görülmesine yol açansa ne savaşın
zorladığı toplumsallaşma ne moda ne de radikal feministlerin
çabaları (Zaten feministlerin çoğu kadını “erkekleştirdiği”
için pantolona karşılar.) Pantolon konusundaki en radikal ve
ısrarlı girişimler spor cephesinden geliyor. Özellikle bisiklet
ve binicilik.
Çağımızdaysa
moda artık bedene ne giyileceğinden çok bedenin kendisiyle
ilgilenmeye başlamış durumda. Artık şöyle ya da böyle giyinmek
değil, şöyle ya da böyle “olmak” moda oluyor. Modanın
konusu artık ne giyileceğinden çok bedenin kendisi.
“Kılık
değiştiren” kadınlar hep olmuş tarihte. Çok ilginç
örneklerden söz ediyor Christine Bard. Sakalları olduğu için
belediyeden aldığı izinle erkek gibi giyinenler, aynı iş için
kadınlara daha az ücret ödendiğinden ya da bazı alanlarda
çalışmaları yasaklandığından yıllarca erkek kılığında
çalışanlar... Tanıdık isimlerin pantolona ve kadın meselesine
bakışları da ele alınmış ayrı ayrı. Rousseaucu büyükannesi
tarafından yetiştirilen ve hayatı boyunca pantolon giyip puro içen
yazar George Sand, ilk rolü bir tarvesti olan oyuncu Sarah
Bernardt, sporun neredeyse her alanında şampiyonluklar kazanan ve
erkek gibi giyinmek konusunda ısrar ettiği ve hatta göğüslerini
aldırdığı için spor federasyonundan ihraç edilen Violette
Morris, kocasıyla birlikte yıllarca İran, Fas ve Mısır'da
araştırma ve kazılara katılan Jane Dieulagoy, kızlar sanat
okuluna kabul edilmedikleri için ressam babası tarafından eğitilen
ressam Rosa Bonheur, Komün saflarında erkek üniformasıyla savaşan
Louise Michel, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için
mücadele eden Amelia Bloomer, söylemi çağdaş feminizme oldukça
yaklaşan sosyalist militan Madeleine Pelletier, Paris'e pantolonla
gelmesi halinde emniyet müdürünün kenti terk etmesini isteyeceği
dedikodularına rağmen kente pantolonla gelen Marlene Dietrich,
“erkek olacakken kız olmuş” Audrey Hepburn, Amerika'nın
blucinli maskot kadını Rosie...
Özellikle
Coco Chanel ve -bir erkek olsa da- Yves Saint-Laurent'in ilgi çekici
olduğunu söylemeliyim. Çünkü bu iki moda devinde gördüğümüz
şey, mücadeleyle kazanılanın nasıl piyasa değerine çevrildiği.
Zaten kapitalizm hak arayışlarına olumlu cevabı ancak bu şartla
verir, malum. Chanel her ne kadar maskülen kadın modasıyla
özdeşleşse de pantolona karşı. “Pantolon giymiş bir
kadın asla yakışıklı bir erkek olmaz.”demiş
kendisi. Kadınların güç değil, zayıflık üzerine oynamaları
gerektiğini, eşitliğin aşkı öldürdüğünü söylemiş.
Laurent'in
pantolon için söyledikleriyse benim için meselenin özü: “Çünkü
erkek kıyafeti içindeki kadın bütün dişiliğini sergiler: bir
kadın bir erkek kıyafetiyle bütünleşemez, ona karşı mücadele
etmelidir ve o zaman dişiliğini daha etkili bir biçimde ifade
eder.” Cinsiyetler arası
eşitlik talebinin bayrağı olan pantolon, dişi erotizmini
belirginleştirmesiyle meşrulaştırılıyor böylece. Laurent'in
hazır giyim endüstrisi atılımında pantolon, tüm eşitlik
taleplerinden ve toplumsal cinsiyeti açık etme işlevinden soyunup
en başa dönüyor ve erkeğin gözü için hazırlanan kadın
erotizminin bir işaretine dönüşüyor. Pantolonlu şampiyon
Violette Morris'i savunurken avukatı “Kadın, filozof
taşı gibi, dokunduğu her şeyi değiştirir.”
demişti. Pantolonun seyrine baktığımızda bu “felsefe
taşı” payesini kapitalist
değer yasasına vermek daha doğru görünüyor. O dokunduğunda
pantolon başka bir şeye dönüşüyor.
Kadınlar
üzerine ileri geri konuşulan, eğitimde serbest kıyafetin
tartışıldığı günümüzde kıyafetin politik tarihine bakmak
iyi fikir. Aydınlanmayla, toplumsal cinsiyetle ve feminizmle
ilgilenenlerin mutlaka okuması gereken eğlenceli bir kitap.
Yüzünüze yayılan gülümsemeyi sık sık çarpıtsa da...
Son
sözü kitaptan alıyorum. Eğitimde tek tip kıyafetin sınıf
farklarını “gizlediği” tezine de karşılık olarak:
“(...)kadınların özgürlüğü ordunun karma
olmasından mı yoksa askerliğin kaldırılmasından mı, kadınların
geceleri birlikte çalışmasından mı yoksa gece vardiyalarının
kaldırılmasından mı geçiyor?”
Tıpkı toplumsal cinsiyet gibi, sınıflı toplumu da verili,
tartışılmaz ve değiştirilemez durum olarak kabullenip
nedenlerden çok sonuçlarla uğraşmaya devam ettiğimiz sürece,
her türlü devrimci talebin kapitalist değer yasasınca un ufak
edilip önümüze atılışını izlemekten kurtulamayacağız
galiba.
Pelin TEMUR, Aralık 2012
Bu yazı Edebiyat Haber sitesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder