Ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda yumurtlayacaklar.
Furuğ Ferruhzad
O gece öyle çok kar yağmış, öyle çok kar yağmış ki, kadın
ve adam son kez birlikte yürürken şehir bembeyaz bir sayfa
gibiymiş. Yıllardır birbirlerine yazdıkları mektuplarla
kurdukları hikaye, şehir büyüklüğünde kocaman bir sayfanın
beyazlığında, kendi sonu üzerinde dönüp duruyormuş şimdi.
Öyle çok kar yağmış, öyle çok kar yağmış ki, adımları bu
bembeyaz sathı lekeleyemiyormuş bile. Kar üstünde kar. Ayakları
toprağa ulaşamıyormuş. İkisi de konuşamayacak kadar kırgın,
ağır adımlarının açtığı oyukları karın süzülüşünden
beklenmeyecek bir hızla kapatan bu
sayfada yürümüşler hikayenin sonunu.
Kar öyle çok yağmış, öyle çok yağmış ki, tüm yolları,
kaldırımları, bina girişlerini, ağaç gövdelerini, çukurları
ve tümsekleri örtmüş. Ne mesafeyi göz için kavranabilir kılan
yükseklik farkları, ne uzaklığı sıralayan tek tek varoluşlar
kalmış. Dünyanın kavranabilirliği sayfanın kendini sürekli
yenileyen bembeyaz boşluğuyla örtülmüş. Bu izsiz, sessiz
beyazlık her şeyi yeniden kurma arzusu da yaratıyormuş bakanda.
Şuradan sağa dönüvereseler orası sağa dönülen bir yol
olacakmış; sola dönüverseler sola. Yumuşacık kar, elleri ne
şekil vermek isterse onu alabilirmiş. Dünya bir yandan kendi
olanaklarına bağlıymış gibi görünüyor, bir yandan da sonsuz
seçeneklerle ürperip duruyormuş. Dünya
mektuplaşmak gibiymiş.